DİKKAT! Bu Blog Türkiye'de İlk ve Tek Bir Üniversiteye Bağlı Profesyonel Tiyatroya; Fatih Üniversitesi Sanat Tiyatrosuna Aittir.

14.11.13

Oyun Hakkında // Kızılırmak


Sanat Yönetmenimiz Aydemir Gültekin'in Devlet Tiyatrolarına ait Kızılırmak oyunu hakkındaki yazısı...



DİREN KIZILIRMAK !
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun yerli oyunlar portföyünde bulunan “Kızılırmak” adlı oyununu izleme fırsatım oldu. Adından da anlaşılacağı üzere Anadolu motifleriyle bezeli, Anadolu atmosferini, karakterini yansıtacak bizden bir oyun izlemek üzere biletimi alıp salonda ki koltuğuma oturdum. Pek az gösterişli, soyut bir dekor karşıladı ilk olarak. “Hah tamam işte Anadolu’nun o sade gösterişsiz ama her daim sıcak havasını yansıtmaya çalışmışlar” dedim kendi kendime diğer seyirciler yerini alırken.
Oyun broşüründe yazanlar bana Anadolu saflığında bir sevginin hikâyesini izleyeceğimi fısıldıyordu. Ne de olsa çoban ve ağa kızının aşk hikâyesi ne kadar klasik bir konudur ve ne kadar klasik olursa olsun yüzyıllardır dikkat çeken ve çekmeye devam edecek olan bir konudur.
Gong vuruldu ve perdeeee….



İlk olarak koyun postuna bürünmüş oyuncular, çoban köpekleri ve her an koyunlardan birini alıp götürecekmiş gibi çevrelerinde dört dönen kurtlar sahne aldı. Hoş ama bir koyun için pekte alışık olmadığı bir koreografi ile dans etti tüm sahnedekiler, akabinde esas oğlan Çoban Selim boy gösterdi. Oyunun beklemediğim şekilde müzik ve dans destekli olması biraz yabancılaştırdı beni oyuna. Biraz da anlatılmak istenen konuya… Ama çoban Selim, sevdiği ağa kızı Hatice, üvey anne ve yaşlı ama zengin ağa karakterleri yabancımız değildi neyse ki! Oyuna kendimi veremiyordum bir türlü belki de her oyuncunun 2-3 kelamdan sonra meramını besteli, güfteli sözlerle anlatmasındandı bu sıkıntım. Bunun yanı sıra –bir oyuncu hariç- diğer tüm oyuncularının seslerinin kötü olmasının da etkisi vardı sanırım.


Hikâye bilindikti bilindik olmasına ama araya eğreti otu gibi sokuşturulan şarkı sözlerine kulak kabartınca…-Yok canım bu kadarda olmaz, dedim. Koyunlar adeta Taksim meydanında slogan atıyordu. Ağaya karşı güya çobanı savunuyorlardı. Hatta bir ara çobanı da bırakıp küresel meselelere el attılar. Sözler gitgide daha keskinleşiyordu. Keskinleştikçe daha da Taksim’e dönüyordu sahne.-Diren, diyordu çobana koyunlar, –Çoban Selim diren… Acaba yanlış yere mi geldim. Ben “Kızılırmak” oyunu için bilet almışken sahnede başka kızıllıklar oluyordu. Devletin maaşlı oyuncusu, devletin sahnesinde, devletin parasıyla(aynı zamanda benim paramla) haykırıyordu Hüseyin ağa üzerinden devlete… ve bunu saf, temiz Anadolu sevdalık hikayesini kendine perde ederek yapıyordu. Oyunda replikler basit kaçmış, boşver replikleri şu diren nidalı, gezi imalı şarkılarımıza bakın bizim diyorlardı. Enstrümanlara hiç değinmiyorum bile. Müzikler Kızılırmak ruhuna Fatiha okutmuş, kokteyl müziğine dönmüş. Araya kavalı ara ara sıkıştırmaları da kurtarmamış maalesef bu fecaati. Salona gelen seyircilerin bir kısmı maalesef sanat estetiğinden yoksun bir şekilde parti mitingine gelen kitleler gibiydi oyunun sonunda. Etki-tepki böyle bir şey olsa gerek. Yoksa kel başa şimşir tarak mı demeliyim?
Neyse esas hikâye şu ki; Hüseyin ağa, çoban Selim’e kızını bir şartla o da tüm gece boyunca tuz yalayacak olan koyunları ertesi gün su içmeden suyun diğer tarafına geçirmesi karşılığında vereceğini söyler. Çoban selim kavalının nağmeleriyle bunu başarır ama ağa sözünde durmaz. Hatice’yi isteyen diğer köyün ağasının oğlu Mehmet ise kâhyanın gazına gelir ve silahını çekerek Selim’e ateş eder. Ama kurşunun önüne bir cengâver gibi Selim’in sırdaşı “Karakoyun” atlar (burası ilginç oldu) ve çoban yerine koyun ölür.
Tebrik ediyorum böyle saf bir hikâyeyi bile böyle kirli olaylara alet edebilen sanatçılarımızı!

Bu arada oyunda bir tek Karakoyun’u oynayan oyuncunun sesi gerçekten güzeldi. O da öldü zaten… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder